Kulak
Normal olarak dış kulak yolunda mantar sporları mevcuttur. Kulağa su kaçırılması, nem gibi faktörler sonucu üreme vasatı bulurlar. Özellikle deniz, havuz ve hamam tatilleri esnasında ve sonrasında sık görülür. Kronik akıntılı orta kulak iltihaplarının seyri esnasında da sık görülür. Lokal antibiyotik kullanımı hastalığa vasat hazırlayabilir, ancak sistemik ilaçların bu tür bir yan etkisi yoktur. Tek veya iki taraflı görülebilirler. Kaşıntı, kötü kokulu akıntı, işitme kaybı, bazen ağrı şikâyetleri yapar. Otomikoz tedaviye dirençli olabilir, tekrarlarla seyredebilir. Hastalık ilaçla iyi oluyor, ancak sık sık tekrarlıyorsa her su ile temas riski öncesi dış kulak yolunu asidifiye etmelidir. Örneğin banyolardan 15 dakika önce 5-10 damla alkol borik solusyonu damlatmak gibi. Dış kulak yolu ve zar sağlamsa bu işlem ağrı yapmaz. Tedavi planlamasında mantar türünün bir önemi yoktur, bu nedenle kültür gerekmez. Tedavide antibiyotik kullanımının yeri yoktur. Mantar enfeksiyonları kulak zarında ve dış kulak yolunda kalıcı hasar oluşturmazlar. Oluşturdukları işitme kaybı tedavi ile düzelir.
Kulak çınlaması, hastanın herhangi bir dış uyaran olmadan ses işitmesi halidir. Kulak çınlaması sadece hastanın hissettiği subjektif tinnitus ve muayene eden hekim de duyabildiği objektif tinnitus olmak üzere iki gruba ayrılır. Sürekli veya gelip geçici olabilir.
Sürekli kulak çınlaması araştırılması gereken bir şikayettir. Genellikle işitme kaybı ile birliktedir; ancak hastalar bunun farkında olmayabilirler. Bu hastalarda işitme kaybının varlığı odiolojik testlerle tespit edilebilir. İki taraflı olanları daha çok yaşlanma tipi işitme kaybı ile birlikte bulunur. Hastayı rahatsız edecek kadar şiddetli olabilir. Özellikle geceleri sessiz ortamda rahatsız eder. Tek taraflı kulak çınlamaları muhakkak araştırılmalıdır. Altından tümör çıkabilir. Bu patolojilerin varlığı odiolojik testlerle ortaya konulsa bile kesin tanı ancak BT ve MR gibi görüntüleme yöntemleri ile konabilir. Kulak çınlaması aspirin, digoksin ve streptomisin gibi ilaçların intoksikasyon belirtisi ve akustik travmaya bağlı işitme kayıplarının ilk bulgusu olabilir. İşitme kaybı olmaksızın seyreden kulak çınlamaları aortadan kafa içindekilere kadar her türlü damardaki aterosklerotik değişikliklere bağlı olarak ortaya çıkabilir. Kulak boyundaki büyük damarlara oldukça yakındır ve kan akımının çıkardığı sesleri duyabilir Bu tip kulak çınlamaları daha çok uğultu şeklinde tarif edilir.
Sebep tam olarak ortaya konulamıyor ise spesifik tedavisi yoktur. Kan akımını düzenleyici ilaçlar yaygın olarak kullanılmaktadır. Kayde değer herhangi bir yan etkileri olmayan bu preparatın, öncelikle denenmesinde fayda vardır. Etkinin değerlendirilmesi en az bir aylık kesintisiz tedavi sonucunda yapılır. Tinnutusun geceleri sessiz ortamda verdiği rahatsızlık bir radyo vasıtasıyla baskılanma yoluna gidilebilir. Hastalar kulak çınlamasının kendilerinde dayanılmaz bir sıkıntı yaptığını ifade edebilirler. Bu hastalarda iyi bir anamnezle sıkıntının kaynağının başka bir faktör olduğu tespit edilebilir. Bir başka ifade ile sıkıntılı dönemlerde zaten var olan çınlama daha çok rahatsızlık verebilir.
İşitme kayıplı bireylerde işitme kaybının olumsuz etkilerini önlemek veya gidermek amacıyla kullanılan ve kişinin ihtiyacı olan düzeyde işitebilmesini sağlayan cihazlara işitme cihazı denilmektedir. İşitme cihazının verilebilmesi için sağlık kurumlarında işitme kaybının tipinin ve derecesinin odyolojik testler ile belirlenmesi gerekmektedir. Testler sonucuna göre kişinin kaybına uygun cihaz önerilmektedir.
İşitme kaybınızın tipine ve derecesine göre, sizin için en uygun işitme cihazını, sadece kulak burun boğaz hekimi önerebilir.
Problemin kulak zarındaki delik ile sınırlı olduğu durumlarda sadece kulağın sudan korunması ile iltihaplanmalar izlenmiyorsa ameliyat hastanın tercihi doğrultusunda yapılmaktadır. Basit zar deliklerinde işitme kaybı %30 civarında olup bu hastalar mutlaka ameliyat olması gereken grupta değillerdir. Buna karşın kolestatoma gelişmiş, orta kulak ve iç kulak kemiklerini eriten iltihap varlığında hayati tehlikelere varan sorunlar olabilme ihtimali mevcut olup bu hastaların mutlaka ameliyat olmaları gerekmektedir.
Kolesteatom orta kulakta tekrarlayan iltihabi durumlar sonucunda veya östaki tüpü çalışmasında yetersizlik olduğu durumlarda oluşur. Östaki tüpü orta kulak basıncını eşitlemek için genizden hava geçişini sağlayan, orta kulak ile genzimiz arasında belli durumlarda açılıp kapanma görevi olan bir tüptür. Alerji, nezle veya sinüzit gibi nedenlerle östaki tüpü yetersiz çalıştığında orta kulaktaki hava vücut tarafından emilir, kulakta kısmi bir vakum (negatif basınç) meydana gelir. Negatif basınç, kulak zarını içeri doğru çekerek zarda bir cep ya da kese oluşturur (özellikle geçmişteki kulak iltihapları sebebiyle kulak zarının zayıfladığı bölgeler bu negatif basınca daha dayanıksızdır) . Oluşan bu kese veya cebin içerine yavaş yavaş kulak kirleri birikmeye başlar. Zamanla bu kese veya cep kendi kendini temizleyememeye başlar bu da kolestatom dediğimiz iltihabın temellerini hazırlamış olur.
Kronik orta kulak iltihabı kolestatomlu olsun olmasın cerrahi tedaviyi gerektirir. Cerrahi tedavi çoğunlukla genel anestezi (narkoz) altında yapılır. Cerrahinin temel amacı kolesteatom ve enfeksiyonu temizlemek ve enfeksiyonsuz kuru bir kulak elde etmektir. İşitmenin korunması veya düzeltilmesi tedavide ikincil amaçtır.
İç kulak kireçlenmesi olarak bilinen otoskleroz hastalığı işitme kaybının sık görülen nedenlerinden birisidir. Otoskleroz hastalığında, üzengi kemikçiğinin iç kulak ile komşu olduğu duvarda yapısal kireçlenme sonucu katılaşma olur ve üzengi kemiğinde hareket kısıtlanması meydana gelir. Buna bağlı olarak ses dalgaları iç kulak sıvılarına yeterli düzeyde iletilemez ve iletim tipi denilen işitme kaybı meydana gelir. Bu durumda iç kulak sağlamdır. Yalnızca sesler iletilememektedir. Ancak hastalığın ilerleyen dönemlerinde bu kireçlenme iç kulak duvarını da etkileyebilmektedir ve sinirsel tip işitme kaybı da oluşabilmektedir.
Otoskleroz ön tanısı konulan hastalarda, hastalığın şiddeti ve hastanın tercihlerine göre tedavi planı yapılmaktadır. Yeni başlayan ve klinik olarak kişiyi çok fazla etkilemeyen durumlarda hasta işitme testleriyle takip edilebilir. İşitme kaybı sosyal yaşantısını etkileyen hastalar için, ameliyat ya da işitme cihazları ile rehabilitasyon tercih edilebilir. Bunların dışında hastalığın ilerlemesini yavaşlatan sodyum florür gibi bazı ilaç tedavileri de mevcuttur ancak bu ilaçlar çok tercih edilen tedavi yöntemi değildir.
Vertigo, denge sisteminde ortaya çıkan fonksiyon bozukluğu sonucu baş dönmesi olarak adlandırılır. Vertigo sırasında hastalar çevredeki eşya veya insanların etrafında döndüğünü ifade ederler. Vertigo bir hastalık değildir; bir bulgudur. Bu nedenle hangi hastalığın vertigoya neden olduğu araştırılarak tanıya gidilmelidir. Vertigoya neden olan her hastalığın tedavisi farklıdır. Bu nedenle vertigonun tedavisi altta yatan hastalık tespit edildikten sonra yapılmalıdır.
İç kulağın iki bölümü ve iki farklı görevi vardır. Salyangoz kısım ses iletimi ve işitmeden sorulmudur. Labirent kısmı ise başın çevreye göre yatay, dikey ve açısal hareketlerine dair üst merkezlere veri yollar. Bunu da utrikül, sakkül adlı yapılar ve yarım daire kanalları aracılığı ile yapar. Labirenti etkileyen hastalıklar, ilaçlar ve enfeksiyonlar bu veri akışını bozacağından vertigoyla sonuçlanacaktır.
Denge hissimiz aşağıdaki sistemlerin karışık bir ilişkisi sonucu gerçekleşir: İç kulaklar, hareketin yönünü belirler; dönme, ön-arka, yan-yan, yukarı aşağı gibi. Gözler, vücudun boşlukta nerede olduğunu (ayakta, ters dönmüş gibi) ve hareketin yönünü görür. Doku alıcıları, eklem ve omurga gibi organlarda bulunur, vücudun hangi bölgesinin yere değdiğini ve üç boyutlu olarak vğcudun çevreye göre pozisyonunu algılar. Kas ve eklem his alıcıları, vücudun hangi kısımlarının hareket ettiğini algılar. Merkezî sinir sistemi (beyin ve omurilik), diğer dört sistemden gelen bütün bulguları değerlendirerek, aradaki ilişkiyi sağlar. Bu sistemlerden herhangi birindeki bozukluk kendini baş dönmesi olarak gösterecektir.
Meniere Hastalığı, ataklar halinde ortaya çıkan, kulakta çınlama, uğultu, dolgunluk hissi, işitme kaybı ve baş dönmesi ile ortaya çıkan bir hastalıktır. Hastada atak sırasında bulantı kusma görülebilir. İşitme kaybı ilk ataklarda geçicidir, tipik olarak düşük frekansları yani kalın sesleri içerir ve atak sonrası işitme normale döner. Ancak atak sayısı arttıkça kalıcı işitme kayıpları da görülebilir. Bazı hastalarda bilinç kaybı olmadan düşmeler ortaya çıkabilir. Meniere yaklaşık hastaların üçte birinde çift taraflı olabilmektedir. Meniere hastalığının kesin nedeni bilinmemektedir. İç kulakta bir 'şişme' olduğu düşünülmekte, bu şişmenin normalde birbirine karışmaması gereken farklı tuzlar içeren endolenf ve perilenf sıvılarının birbirine bir şekilde karışmasıyla, endolenf sıvısının emilimindeki bir bozuklukla ortaya çıkabileceği düşünülmektedir.
Tedavi hastalarda öncelikle tıbbi tedavi gündeme gelmelidir, bu da iki aşamaya sahiptir: Atak tedavisi ve önleyici tedavi. Atak tedavisinde hastanın bulantı kusması da varsa hastaneye yatırılıp damardan atağı yatıştırıcı serum tedavileri verilebilir. Atak sonrası ise önleyici tedaviler verilir. Önleyici tedavide ilk basamak yaşam biçimi değişiklikleridir. Hastaya tuzsuz yemesi, sigara içiyorsa sigarayı bırakması, stresten uzak durması önerilir. Ayrıca ataklar arasında iç kulağı güçlendirerek atakların sayısını azaltmak ve ataksız periyodları uzatmak için çeşitli ilaç tedavileri de verilebilmektedir. Bu tedavilere rağmen ataklar kontrol altına alınamadıysa kulak enjeksiyonu tedavisi gündeme gelebilir. Burada işitmesi bozulmamış bir hastada öncelikle orta kulağa kortizon enjeksiyonları uygulanmaktır. Bu işlem poliklinik ortamında lokal anestezi ile yapılabilir. Atakları hala kontrol altına alınamamış, kalıcı işitme kaybı olan olgularda ise orta kulağa az önce tarif edilen yöntemle gentamisin enjeksiyonları yapılabilir. Gentamisin özellikle denge siniri üzerine toksik bir antibiyotiktir. Hasta kulaktaki bozulmuş denge sistemi iptal edilerek atakların önüne geçilebilir.
İlaç tedavilerinden yarar görmeyen hastalarda cerrahi tedaviler uygulanabilir. Endolenfatik kese cerrahisi, vestibüler nörektomi adı verilen denge sinirinin kesilmesi ve Labirentektomi denilen hasta taraftaki iç kulağın bütün işitme ve denge fonksiyonlarının sonlandırılması başlıca cerrahi tedavilerdir. Yüksek başarı oranına rağmen meniere hastalığı ameliyatları özel bir eğitim ve konsantrasyon gerektiren, riskli ameliyatlardır.
Halk arasında "kristal kayması" denen ve baş dönmesinin ana sebebi olduğu sanılan hastalık aslında pozisyonel baş dönmesi (Benign pozisyonel paroksismal vertigo) olarak tanımlanır. Normal koşulda hepimizin kulağında kristaller vardır. Bu kristaller utrikül ve sakkül dediğimiz yapılarda tüylü hücrelerin üzerindeki bir jel tabakasının içinde yer alırken yarım daire kanalları içinde yer almazlar. Bir şekilde bu kristaller yarım daire kanallarına kaçarsa hastada baş dönmesi meydana gelir. Tipik olarak bu baş dönmesi ani baş hareketleriyle ortaya çıkar. Saniyeler kadar kısa sürer, çok şiddetli olabilir, bulantı-kusma eşlik edebilir. Bu hastalığın bilinen nedenleri arasında kafaya alınan darbeler, uzamış yatak istirahati, geçirilmiş bazı kulak ameliyatları sayılabilir.
Kristal Kayması Hastalığı'nın tanısında öykü çok önemlidir. Bu hastalıktan şüphelenildiğinde 'Dix-Hallpike' manevrası denilen bir manevrayla tanı konmaktadır. Bu manevrayla tanı koyulunca tedavide 'Epley' manevrası olarak adlandırılan bir manevrayla yer çekiminden yararlanılarak kristaller yerine oturtulur ve hasta böylece tedavi edilmiş olur. Bir tek tedavi manevrasının bile etkinliği çok yüksektir. Epley tedavi manevrası hastaya 10 gece boyunca hangi pozisyonda uyuyacağı konusunda bilgi verilir. 10. geceden sonra hasta normal pozisyonda uyuyabilir. Pozisyonel baş dönmesi tedavisinde ilaç tedavisinin yeri çok küçüktür. Nadiren tanı-tedavi manevralarında hasta aşırı bulantı-kusma yaşarsa bulantı kesici ilaçlardan yararlanılabilir.